'Hangi Bağın Bağbanısan'
Maksadı üzüm yemek olanın,
bağcıyla işi olmaz! Ancak, bağcının da ürettiği ve sattığı üzümden emin olması
gerekir?!
Gesi
bağlarında dolanmak, her zaman şarkıdaki gibi melodik ve lirik
değildir! Bazen, armudun sapı/üzümün çöpü sıkıntı verir insana... Hele hele,
küresel finansın mayalama tekniklerinden etkilenen özel bir alanda faaliyetiniz
varsa, üzüm suyu ile şarabı karıştırmak ihtimaliniz yüksektir!
Bu yüzden, üzüm yerken ve
yedirirken hangi bağın bağbanı olduğumuzu unutmamak gerekir!!
İslâmî bankacılıkta,
bağbanlığa "İslâm" kelimesi yön verir!
Çünkü, bizim için "Riba
yasağı" İktisat biliminden değil; Kurân'dan, yani İslâm'dan gelir!
Böyle olunca, Sezar/Tanrı
ayırımını esas alan dünyada "İslâmî Bankacılık" büyük bir iddiadır?!
Tabii olarak, İslâm büyüktür ve Sezar'a -istemesi halinde- öğretecek çok şeyi
vardır!
Dolayısıyla, 50 yıllık İslâmî
Bankacılık tecrübesi, din/dünya ve din/bilim buluşması/uyuşması için fevkalâde
değerlidir!!
Riba yasağı iktisadi bir
ilkedir ve bu sûretle, Kurân dünyaya İktisat öğretmektedir!
İslâm'ın gönüllü ve imanlı
talebeleri olarak, iktisâdi etkinliğimizi tartacak "gönülsüz ve çok
bilmiş" dünya karşısında sınav verdiğimiz gün gibi âşikârdır!
Bu münasebetle,
"katılım" içeren "faizsiz" bankacılığımızın 50 yıllık
tecrübesinden çıkaracağımız sayısız ders vardır!
Biz de makalemizde, 2012'in
ilk çeyreğinde tanık olduğumuz bir gelişmeden ders çıkarmaya çalışacağız.
Takdir edersiniz ki ders çıkarmadıkça, dünya ders verme liyakatimizi
sorgulayacaktır! Daha kötüsü, başarısızlığımız İslâm'a mâl edilecektir!
GES
Ayrı, Gesi Ayrı
"Gesi
Bağları" türküsünü
bilmeyenimiz yoktur; ancak GES'den sâdece ilgilenenler haberdardır...
GES (Gelire Endeksli Senetler)
ve GOS'u (Gelir Ortaklığı Senetleri) Rahmetli Turgut Özal'ın 28 yıl kadar önce tasarladığını
biliyoruz. Devletin iç borçlanmada kullandığı GES'in ihracı ilk kez
2009'da gerçekleşiyor.
Senetlerin ihracından hemen
önce, finansçı kimliği ve kariyeriyle Sn. Sami Uslu şu değerlendirmede bulunuyor.1
"Doğal
olarak, yatırımcıya minimum getiri garantisi verilmesi söz konusu değil. Zira, böyle
bir garanti, enstrümanı, tür olarak, getirinin önceden belirlendiği, bilindiği
faizli tahvillere yaklaştırır. Halbuki, İslami esasa uygun her türlü
finansal aracın getirisi ticari bir kazanca dayanmalıdır. Ticaretin en ayırıcı
vasfı ise kâr veya zararın önceden bilinmemesidir. O kadar ki, 'Ticaret nedir?'
sorusunu tek kelimeyle 'risktir' diyerek yanıtlamak yanlış olmaz."
İlk GES ihracının Ocak ayında
gerçekleşmesinden sonra, Şubat ayında Sn. Hayrettin
Karaman konuyu inceliyor
ve Sami Uslu'nun ihtiyat kaydına rağmen "minimum getiri garantisi"ne şu izahı
getiriyor.2
"İnsanlar bu senetlere
rağbet etsinler diye devlet, kamu yararını ve devletin
ihtiyacını gözeterek 'bu
gelirler şu kadara ulaşmazsa üstünü ben tamamlarım' dediğinde bu teşvik ödemelerine benzer. Devlet fayda
gördüğünde belli alanlara, karşılıksız olarak ödemede bulunabilir.
'Ben, belli KİT'lere ortak
oldum, bunun gelirinden payıma düşeni alırım, ama kâr
garantisinde faiz kokusu görüyorum, bunu almam' diyenler olursa, onlar
da bu ödemeyi alır ve yoksullara dağıtabilirler.
Şuna da işaret etmek
gerekir ki, normal durumlarda reel gelirin, senetteki asgari gelirden daha
az olma ihtimali yok gibidir."
Görülüyor ki, Sn. Karaman Sami
Uslu'nun ihtiyat kaydına açıklama getiriyor ve Hazine'nin taahhüt ettiği "asgari kupon getirisi garantisi"nde beis görmüyor.3
H. Karaman aynı makalesinde,
bu senetlerin dört farklı Kamu İktisâdi Teşebbüsü'nün (KİT) gelirleriyle
ilişkilendirilmiş olması sebebiyle "... devlet hakkı alım-satıma,
bedel ile devretmeye konu olabilir mi?" diye sormuştur.
Soru, Osmanlı'daki İltizam Usûlü esas
alınarak cevaplanmış ve net olarak şu söylenmiştir.
"GES
uygulamasının buna benzediğini ve meşru olduğunu düşünüyorum."
Üç
Vakit Sonra
Nasıl olduysa, H. Karaman üç
yıl sonra GES hakkındaki "dînî
meşruiyet" kanaatinden caymış ve gazetedeki köşesinde şöyle
yazmıştır.4
"Devlet
vatandaşından borç para alır, buna
karşı üzerinde faizi veya başka bir şekilde getirisi yazılı
senet verirse 'faizli borç' almış
olur. Verdiği getiri faizdir ve fertlerin birbirinden alıp verdiği
faize nispetle manevi-dinî sorumluluğu daha ağırdır."
Dikkat edilirse, bu ifadelerde
GES'in yatırımcı için anlamından ziyade, devlet için anlamı tahlil
edilmektedir. Oysa, üç yılda devletin iç borçlanma senetlerinde ve kullanılan
terminolojide hiç bir değişiklik olmamıştır. Anlaşılan o ki, üç sene
sonra bu senetlerin gelire endeklenmiş olmalarından ziyade, borçlanma
senedi hüviyetine sahip olması H. Karaman'ın kanaatini ve fetvasını
olumsuz etkilemiştir.
Acaba, Sn. Karaman'ın
Osmanlı'nın İltizam uygulaması hakkındaki müspet kanaati de değişmiş
midir?
Değerli fakih, yeni
görüşlerini son makalesinde şu cümlelerle detaylandırmıştır.
"Özel görüşmelerde bazı ilgililere 'Bu senetlerin
gelire endeksli senet (GES) değil, 'gelir ortaklığı senedi (GOS)' olması
gerektiğini, maksat bu ise adının da böyle
olması gerektiğini, ayrıca bu senetlerin 'devletin borçlanma
enstrümanlarını çeşitlendirme' amacı ile ve borçlanma
mahiyetinde olmaması, devletin
hakkı olan bazı helal gelirlerin 'senet mukabilinde bedeli ile geçici devri'
mahiyetinde olması gerektiğini ısrarla söylemiştim."
Adımız
Çıktı Dokuza
Nitekim, üç yıl sonra
"bazı ilgililerin" konu hakkında değişen yaklaşımları basına haber
olmuştur.
"Dikkat
haram yiyorsunuz!" başlıklı
Vatan Gazetesi'nde çıkan habere, katılım bankalarının GES
portföylerini "Sukuk: Kira Sertifikası"na
tahvil etme istekleri konu olmuştur.5
Ayrıca, Sn. Karaman'ın
GOS tanımı ile Hazine'nin iç borçlanma senetlerinden olan ve değişken faizli
tahvil niteliğini haiz GOS'u arasında
fark vardır?! Bu nedenle, "bazı ilgililer" GES portföylerini GOS
yerine Sukuk'a tahvil etmek istemektedirler.6
Tabii, bu arada katılım
bankalarının portföyünde 984 milyonluk GES birikmiş ve bu senetlerin Tl bazında
3 aylık ve Dolar bazında 6 aylık hasılat payları "gelir"
kaydedilmiştir. Yani, Sn. Karaman'ın değişen son görüşüne göre
"haram" yenmiştir?!
Bütün bu olanların, yazarın
yukarıda geçen ifadelerinden anlaşılacağı üzere, maksat birliğine
rağmen rivâyet çeşitliliğinden kaynaklandığını söylemek yanlış
olmaz!
Senetlerin adı GES mi olsun,
GOS mu olsun...?! Mahiyeti, devletin hakkı olan gelirleri senet mukabili
devretmesi olsun da, borçlanma maksadı olmasın...?!
Anlaşılan, GES serüveni kanaat/içtihat/fetva/icra süreçlerinde yaşanan
çok ağır sorunların varlığını haykıran ibretlik bir vak'a olmuştur!
Bizim tafsilatını aktardığımız
süreci, "bazı ilgililer" şöyle özetlemektedirler... 7
"Söz konusu olayın aslı şöyledir. Hazine tarafından ihraç edilme kararı
verilen Gelire Endeksli Senetler, daha önce Prof.
Dr. Hayrettin Karaman’ın uygun görüşü üzerine katılım bankaları ile
birlikte diğer bazı banka ve kuruluşlar tarafından satın alınmıştır.
Ancak bilahare uygulama aşamasında ortaya çıkan
ayrıntılar sonrasında, GES’lerin bazı bakımlardan diğer devlet iç
borçlanma senetlerinin özelliğini taşıdığı şeklinde Sayın Karaman’ın kanaati değişmiştir."
Özür
Kabahati Solladı
Kısacası, GES uygulamasında
-daha önce bilinmeyen- sonradan ortaya çıkan ayrıntıların neler olduğunu
anlayamadığımı ve bu ayrıntıların helâli haram yapan tesirine akıl
erdiremediğimi itiraf etmeliyim.
Hele hele, gazetenin
"ikaz" yüklü başlığına ve haberine gelen tekzip metnindeki şu
açıklamayı kavramaya, QQ seviyem bile yeterli olmamıştır!
"Bu durumda
bankalarımızın yeni görüşe kadar satın aldıkları GES’lerde faizsizlik prensibi açısından herhangi bir problem
bulunmamaktadır. Yani eldeki GES’ler ilk
görüşe dayanılarak alındığı için vade sonuna kadar herhangi
bir meşruiyet sorunu oluşturmamaktadır."
İşte bu imkânsızdır!!
Eğer,
GES getirisinin riba olduğundan eminseniz; tahsil etmediğiniz dönem getirilerini gelir
kaydedemezsiniz... Çünkü, Baraka: 278 sâdece
inzâl edildiği dönemi değil; bizleri de bağlayacak sûrette riba bakiyesini
-tahsil etmeden- bırakmayı emreder! Hatta o kadar ki, diğer riba âyetleri
"ribayı yemek" yönünde yasak getirirken, bu âyet el sürmeden
bırakmayı vazeder! Dokunamayız bile!!
Eğer,
ortada riba varsa; yemeyip
yoksullara dağıtmak seçeneğiniz dahi yoktur!! Tabii, eğer Kurân'ın yasakladığı
Riba'yı biliyor; tanımı ve sınırları üzerinde hiçbir tereddüt taşımıyorsak...??
Bakara:
278_ "Ey iman edenler! Allah'tan sakının (korkun) ve
eğer müminler iseniz ribadan arta kalanı (almadıklarınızı) bırakın!"
Bağbanlık
Zor Zanaat
Maalesef GES serüvenimiz gibi, 50 yıla sığdırdığımız sayısız İslâmî bankacılık tecrübemiz Riba'yı Kurân
ölçeğinde bilemediğimizi, kavrayamadığımızı açıkça göstermiştir.
Üzüm suyunu şaraptan ayırt
edemez vaziyetimiz, ürettiğimiz Fıkıh ve usûlünün mîadını tamamladığına işaret
etmektedir! Fıkıh ve Tefsir'e ve diğer İslâmî ilimlere yön ve ruh
verecek; Kurân'ın îcâzından beslenecek özel bir inkişafa ihtiyacımız var...
İşte, inkişafın gerçekleşeceği
bu alana Kurânî Zekâ (QQ) diyorum,
ben!
Bir gün, hepimiz bundan
bahsedeceğiz!
İnşaALLAH!
Bülend Sungur
1_ Sami Uslu, Rahmetli Özal'dan 25 Yıl Sonra Gelire Endeksli Senet, Zaman, 28 Ocak 2009
2_ Hayrettin Karaman, Gelire Endeksli Senetler, Yeni Şafak, 15 Şubat 2009
3_ Hazine Müşteşarlığı, Gelire Endeksli Senetler Tanıtım Kılavuzu, s.5, 28 Ocak 2009
4_ Hayrettin Karaman, Devletin Borç Senetleri, Yeni Şafak, 19 Şubat 2012
5_ Ufuk Şanlı, Dikkat Haram Yiyorsunuz, Vatan, 28 Mart 2012
6_ İMKB, Sabit Getirili Menkul Kıymetler, s. 4, Nisan 2011
7_ Osman Akyüz, Vatan Gazetesi'nde Çıkan GES Haberiyle İlgili Tekzip, TKBB, 2012
2_ Hayrettin Karaman, Gelire Endeksli Senetler, Yeni Şafak, 15 Şubat 2009
3_ Hazine Müşteşarlığı, Gelire Endeksli Senetler Tanıtım Kılavuzu, s.5, 28 Ocak 2009
4_ Hayrettin Karaman, Devletin Borç Senetleri, Yeni Şafak, 19 Şubat 2012
5_ Ufuk Şanlı, Dikkat Haram Yiyorsunuz, Vatan, 28 Mart 2012
6_ İMKB, Sabit Getirili Menkul Kıymetler, s. 4, Nisan 2011
7_ Osman Akyüz, Vatan Gazetesi'nde Çıkan GES Haberiyle İlgili Tekzip, TKBB, 2012
2 yorum:
Makaleyi okuyan bir dostumdan, bugün bazı sorular aldım. Meselenin, daha iyi anlaşılması maksadıyla dostumun sorularını ve kendisine verdiğim cevapları paylaşıyorum. Önemine binaen herkesin dikkatle okumasını tavsiye ediyorum.
SORU: Bakara 278'e gore "ribadan kalanlari bırakın " emri geregi kalani o bankaya mı yoksa fakire mi bırakın kısmında takıldım. Banka yerine devlet ise hic ellemeden bırakmak kısmına kalbim ısındı.
CEVAP: Makalede, sorularımızın cevaplarını belirleyecek "eğer riba ise" kaydı var! Bu "eğer" şartı çok önemli! Makale, ribanın ne olduğuna, nerede başlayıp nerede bittiğine dair İslâm dünyasının sayısız bilinmeyenin bulunduğunu anlatmaya çalışıyor. Dolayısıyla, herhangi bir konuda, riba fetvası verenlere diyor ki; eğer bunu riba sayıyorsanız, şu ana kadar tahsil edip yedikleriniz için yapacak bir şey yok; tevbeden başka! Ama, riba fetvası verdiğiniz konudan henüz tahsil etmediğiniz getiri varsa, o getirinin riba olduğundan kuşku duymuyorsanız, ona dokunamazsınız! Kime kalırsa kalsın; dokunamazsınız! Alıp, yoksula da veremezsiniz!! Eğer, riba ise!! Oysa, milyarlık fetva verirken dahi, neyin riba olduğundan emin değiller!! Bu münasebetle, riba saydıklarından gelen getiriyi gelir kaydetmeyip, fukaraya vermeyi öneriyorlar...
SORU: Ama banka ise hicbir kurusunu bırakmayıp ihtiyac sahiplerine vermek dogrusudur degil mi?
CEVAP: Sualinin, bana göre kesin cevabı şudur! Riba'yı Kurân'a göre yeniden keşfedinceye kadar neyin Riba olduğundan veya olmadığından yüzde yüz emin olamayacağız... Bu nedenle, banka faizinin tamamını tahsil ederek, fukaraya vermek uygun olanı... Eğer, bankadan gelenin Riba olduğundan yüzde yüz emin olsaydık; bunu da yapamazdık! Yani, el sürüp fukaraya da veremezdik!!
SORU:Katılım Bankası'nda kalan paralar icin katılım hesabına kaydettirip "kar payi" alınması kısmı ile alakalı ne yapayim? Yani uzum suyu mudur? Sarap olmus mudur? :))
CEVAP: Yine, yukarıda söylediğim esaslara göre cevap veriyorum. Bir de makaleyi bir daha gözden geçirmeni salık veriyorum. Katılım bankacılığına İslam dünyasının ihtiyacı var ve iyi ki varlar! Sorun, bu bankaların artan işlem hacimlerinin seyrine kapılarak, teori ile pratik arasında artan biçimde ortaya çıkan uyumsuzlukları tahlil etmekten kaçınmaları ve bu uyumsuzlukların köklü sorunların varlığına işaret ettiğini görmezden gelmeleri...
Bu ağır rehavetten kurtulacakları saate kadar mevcut işleyişleriyle dahi esaslı bir ticaret vurgusu yapmış durumdalar... Oysa, bildiğimiz bankacılığın "ticaret" kaygısı yoktur! Bu münasebetle, katılım bankalarına -hataları hariç- sahip çıkmalıyız! Vadeli hesabına tahakkuk eden kâr payını da alabilirsin; yiyebilirsin... Çünkü, ben bazılarının yaptığı gibi " O da faiz! Yok farkları!" demiyorum!! Ben diyorum ki, bu alternatif bankacılık çatısının cesameti daha fazla büyümeden nazarîyesini tamamlamalı; ihtilaf ve şüplelerinden tamamen arınmalıdır! Zannediyorum; sorularına senin istediğin tam karşılık yanında tafsilat da sunmuş oldum.
Bu makalemiz sebebiyle irtibat kurduğumuz ve faizsiz bankacılık konusuna hâkim bir öğretim üyesiyle uzun sayılabilecek yazışmalarımız oldu... Yazışmalar boyunca bazı eleştirilere ve sorulara muhatap kaldım... Eğer, izin alabilseydim, yazışmaları direkt kopyala/yapıştırla paylaşacaktım...
Faydalı olacağını hesap ederek, muhatabımın cümlelerine yer vermeden sadece kendi ifadelerimi içeren alıntıları paylaşıyorum...
Verdiğim cevaplardan hareketle soruları veya müzakere başlıklarını zâten tahmin edebilirsiniz...
.................................
İlke olarak "ahlak" temelli iktisat görüşünüze katılıyorum. Ancak, "ahlakî alan ve olan" subjektif algılara ve yorumlara çok açık... Bu münasabetle, "riba yasağı" gibi daha nesnel bir ilkeden yola çıkılması ve faizsiz bankacılığın da bunu hedef alması bana çok mantıklı geliyor. Yani, ortada bir yasak varsa ve bunu ihlal ederek kendi sistemini küresel ölçekte dayatmış bir düzen varsa; buna itirazın veya alternatifin "yasak merkezli" olarak gelmesi bence tabiidir.
............................
Kanaatimce, iktisat biliminin yeniden tanımlanması yönündeki beklentiniz/görüşünüz, İslam dünyasının henüz başarmaya çok uzak olduğu büyük bir hedef. Bendenizin çalışmalarını derleyip toplayan etiket Kurânî Zekâ... Riba yasağına ilişkin görüşlerimi ve La-Riba konulu araştırma projesi önerimi de şekillendiren bu etiket! Bana göre, önce Riba konusunda kesin netice alınmalı ve bu Kurân sâyesinde gerçekleşmelidir. Ardından İktisat biliminin yeniden tanımlanması, Kurânî bir seyir halinde zâten gelecektir...
............................
Hep aynı noktaya geliyor ve aynı soruyu cevaplamaya kendimi mecbur hissediyorum... "Tevhîdî esasa göre yeniden tanımlamayı kimler ve nasıl yapacaklar?? Tanımlar üzerinde ittifak nasıl sağlanacak?? Oysa, İslâm dünyasına -bâtıl olarak- ihtilafın rahmet olduğu garabeti yön veriyor... Yâni, İslâm dünyası antidemokratik ve azgelişmiş coğrafyasına inat, ilimde sonsuza kadar demokrasi istiyor... Yani, sonu gelmez tartışmalar/belirsizlikler/ihtilaflar içinde yol almayı rahmeti bol (!) bir rutin olarak benimsemiş görünüyoruz... İslâm'ı/Kurân'ı ve de ilmi fetva ölçekli algılıyoruz!
.................................
Bence, öncelikler konusunda olduğu gibi başlıkların belirlenmesinde de Kurân'a danışılmalı... Ancak, Kurânî Zekâ araştırmalarımın felsefesi olarak ortaya koyduğum gibi, bu işler olursa bilimsel keşif statüsünde olur ve ekipler/takımlar eliyle gerçekleşmez... Kurân kâşiflerine ihtiyacımız var! Keşif kavramının Kurân/İktisat/Bilim düzleminde hususiyetine kolayca vurgu yapabilmek için -teşbih yollu- İsmet Berkan'ın şu yazısına atıfta bulunmak isterim. http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/20151635.asp
.....................
Yorum Gönder