9 Ekim 2011 Pazar

Denklemler Kurmak ve Dengede Kalmak*

Bu bir denklem: E=mc2

Yazmak ne kadar kolay bu denklemi!

Acaba, kurmak da bu kadar kolay mı oldu Einstein için?!

En azından lise tahsili almış olanlarımız haberdârız bu denklemden.. Hiç bilmeyenimiz ise en azından haberdârdır Einstein’dan..

Bu formülü alalım ve henüz îcat edilmemiş “zaman makinesi” ile bir kağıdın üstünde 1400 sene öncesine ışınlayalım… Bu harfleri (Latin) tanıyacak bir coğrafyaya inzâl(!) edelim…

Üstünde denklem yazılı kağıdımızı, düştüğü yerden bir asilzâde bulup kaldırsın ve dikkatle okusun…

Sizce ne olur?!!!

Bence şu olur…

E= için uzun bir “Eeeeeeeeeee” çeker, derin bir tefekkürün alâmeti olarak… mc2 için asilzâdenin hangi ünlemleri olur bilemiyorum gerçekten!

Teşbihte hata olmaz; 1400 sene öncemize içinde böyle nice sembolleri barındıran bir Kurân nâzil oldu Semâ’dan…

Sâd dedi; Kâf dedi; Tâ-Hâ dedi Kurân!

1400 yıldır o asilzâde gibi “Eeeeeee” diyoruz derinden… Acaba, hangi denklemin (?) unsurudur diye sormak bile geçmiyor aklımızın köşesinden…

Sor-mu-yoruz!! Neden??

Cevabını bulabileceğimiz yönünde en ufak bir ümit taşımadığımızdan mı??

Peki, bu “ümitsiz” bakış açısı iman-akıl-vahiy süreçlerinde neden üzerimizde sekte yapmıyor ve biz bu sessiz kalıştan neden bireysel ölçekte rahatsızlık duymuyoruz???

Dert etmeyin ve ısrarlı sorularımdan negatif bir anlam çıkarmayın! Aslında, bu sorularımla “tabiî” olana işaret etmeye çalışıyorum.. 

Bu “bilemeyiş” sekte yapmaz ve rahatsızlık vermez!

İşte, iman ve bilgi arasında ya da vahiy ile akıl arasında böyle bir haddini-hududunu biliş vardır… Bâzen, bilemediğinize de iman edersiniz ve bâzen vahiy sırlarını vermeyi zamana yayar… 

Sırların verildiği veya çözüldüğü zamandaki ve yerdeki biliş de, sırrı verilmeyenin kapalı kutusuna sahip oluş ama bilemeyiş de ayrı ayrı imtihanlardır sahipleri için…

Gerçekten, meseleleri algılamamızı kolaylaştıracak ve taşların yerlerine oturmasına hizmet edecek denklemleri kurmak kolay değildir…

Kâinât nice denklemlerden oluşan kusursuz bir döngüdür ve bu döngü kısır değildir!

Kısırlık zihinlerdedir!

Kusursuz döngüye “kısırsız” zihinlerle teslim olma ve bütünleşme başarısıdır İMAN!

Böyle olduğu için Sâd, Yâ-Sîn, Elif-Lâm-Mîm-Râ gibi nice Kurân kodları -onları bilemeyişimize rağmen- bizi tâciz etmez; bilakis teskin eder!! Bu bilemeyişte imanî açıdan “kerâmet” vardır!

Hakikaten, Maide:102 bazı soruların mutlak cevaplarının bazı insanlar için taşıdığı tehlikeye işaret etmektedir.. Bu insanlar elbette “iman edenler” arasındandır… Sormuşlardır ve aldıkları cevabı beğenmedikleri için “kâfir” olmuşlardır…

Bu nasıl iştir?!

Sorular öğrenmek içindir ve fakat bazı sorular ve de onların mutlak cevapları neden inananları dinden imandan edebilmektedir?! Bu çok esrarlı bir konu değil midir sizce?? 

Mâide:101 bu esrarın gerekçesini sunmaktadır.. Gerekçe, soru sahibinin kendini bilişi, tanımasıyla ilgilidir. Ancak, bu da başlı başına ağır bir mesele değil midir??

Kendimizi bilme ve tanıma meselesi!! 

Hangi sorumuzun cevabının bize yarayıp yaramayacağını bilmek ve cevabı yaramayacak olan sorularımızdan caymak ve bunu yapabilmek için kendimizi bilmek!!

Yâni, gerçeklerle yüzleşmek yerine veya yüzleşmeden önce kendimizle yüzleşmek!?

Mâide:101 ışığında şöyle düşünelim. 

Karşımızda Allah’ın Elçisi duruyor ve biz öğrenme/inanma/uygulama sürecindeki inanan insanlar olarak, aslında cevabını Cenâbı Allah’ın verdiği sorular soruyoruz… Cevapların bağlayıcı olduğunu ve ekstra yükümlülükler ve de sorumluluklar getirebileceğini öngörerek soruyoruz…. Ancak, cevaplar imanımızı kuvvetlendireceğine bizi küfre sürüklüyor…??

Bu ne kadar esrarengiz bir iş!!!

Bir de tersinden düşünelim…  

Elif-Lâm-Mîm, Kâf-Hâ-Yâ-Ayn-Sâd ve diğerleri insanlığın karşısında 1400 yıldır öylece duruyor ve biz hâlen onlar hakkındaki sorularımızın cevaplarını bilmiyoruz ve fakat bu durum imânımızı pekiştiriyor??!!

Acaba, şöyle söyleyerek sözü bağlayabilir miyiz?!

Aklen çözümleyemediğimiz denklemler karşısında, rûhen doğru mevzilenmek başarısıdır İMAN!?

Ne dersiniz?!


Neyzen Semazen

*Bu makalemiz,  ilk olarak 2008 yılında şu anda faal olmayan bir blogta yayınlanmıştı.

Hiç yorum yok: