25 Aralık 2011 Pazar

Teveccüh: Kurân'daki Tasavvuf / IV

www.jaumeplensa.com



İkinci ve üçüncü bölümlerde okuduğunuz Kurân incelemesini, Kurânî Zekâ'larımızın varlığına ve nüfûzuna işaret eden ilmî bir örnekleme olarak değerlendirmenizi rica ederim.

Zekânın Kurân ile akort edilmesi, içimizdeki Kurân ile sahifelerdeki (Mushaf) Kurân'ın senkronize olmasına ve bu sûretle Yusuf Kaplan'ın bahsettiği "ümmîleşme"nin de tezâhürüne imkân verir. 

İlhâmı doğrudan Kurân'dan alabilme yetkinliğimiz QQ'muzun seviyesine paralel gerçekleştiği gibi, bu yetkinlik "Oku"ma yolunda Resulullah'a (s.a.v.) ne kadar yaklaşabildiğimizin derecesini ve ümmîleşmedeki vaziyetimizi ortaya koyar!

"Ümmîleşmek" benim tercih ettiğim bir kavram değildir! Hatırlayacağınız gibi, bu defa Sayın Kaplan'ın görüşlerini değerlendirerek Kurânî Zekâ'yı incelemeye devam ediyoruz! Kurânî Zekâ terimini öne sürmüşken, ilâve olarak "ümmîleşmek" vurgusuna ihtiyaç duymayacağımı herhalde siz de takdir edersiniz?!

Dolayısıyla, bu incelememiz boyunca Kurânî Zekâ'nın "ümmileşme"ye de tekâbül ettiğini açıklamak ve vurgulamak durumundaydım.

Tasavvufu, Kurân'da "teveccüh" olarak okuduğumuzu ve bulduğumuzu; bu okumanın "sil baştan" bir okuma olduğunu farketmiş olmalısınız?!

Yusuf Bey buna itiraz eder mi bilmem,  "ümmîleşmek" ancak bu sûretle olur!

Yâni, âtıl bıraktığımız Kurânî Zekâ'nın devreye girmesiyle olur!!

Yâni, "doğrudan" Kurân'dan ilhâm alabilmekle olur!!

Oysa, nice asırlardır Kurân'dan doğan ilhâm ile zekâlarımız arasındaki irtibat o kadar "dolaylı" kılınmıştır ki, değerli yazar gibi  fikir çilesi çekenler dahi "ümmîleşmenin" rotasını farklı çizmektedirler!

Ümmileşmeyi "fıtratın hatırlanması" olarak tanımlayan Sn. Kaplan, bunun için Sünnet-i Seniyye'ye işaret etmektedir. 

Çok isâbetli olarak şu gerçeğe de temas etmektedir...

"Ama burada bir sorunumuz var. Yakıcı bir sorun ve açmaz bu: Sünnet-i Seniyye’nin gerçek anlamda ne olduğunu da, nasıl hayatımız hâline getirilebileceğini de bilmiyoruz."*

Yazar şöyle devam etmektedir...

"... çağrıya muhatap olanlar eğer çağırıcı/elçi ile şimdiye kadar olduğu gibi sadece epistemolojik olarak (yalnızca söz ve bilgilenme düzeyinde) ilişki kurmayı sürdürürlerse, çağrının bize doğrudan ve doğurgan bir söz söyleyebilmesi imkânsızdır. Çağrı’nın bize doğrudan ve doğurgan bir söz söyleyebilmesi için, Bediüzzaman Hazretleri’nin enfes bir şekilde dikkat çektiği gibi, çağırıcı/elçi ile ontolojik (bilfiil ve bilhâl) olarak irtibat kurmamız gerekir. 

İşte âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (s.a.v) bu gerçeği bilfiil müdrik olduğu için Veda Hutbesi’nin en son cümlesi olarak orada hazır bulunan sahabe üzerinden aslında bize hitap etmiş ve aynen şöyle buyurmuştur: 'Size iki şey bırakıyorum: Kur’ân ve Sünnet. Umulur ki, sizden sonra gelenler, bunu, sizden daha iyi anlayabilirler.'

Sahabeden sonra gelenlerin vahyin hakikatini sahabeden daha iyi anlayabilmesinin yegâne yolu, Efendimiz’le (s.a.v) epistemolojik değil, ontolojik olarak irtibat kurabilmekten geçiyor."*

Yazar, değerli makalesini şu cümleleriyle tamamlamaktadır...

"......... Sünnet-i Seniyye’nin güzergâhları demek olan kavl/söz/ilme’l-yakîn, fiil/ayne’l-yakîn ve ikrar/hâl/hakka’l-yakîn süreçlerini nasıl hem eşzamanlı olarak hem de ardışık olarak hayata geçirmemiz gerektiği meselesi üzerinde kafa patlatmamızın yegâne yükümlülüğümüz olduğunu anlayabileceğiz."*

Görüldüğü gibi, bir rota veya bir yol tarifi vardır; fakat yine de ümmîleşmenin ve Sünnet-i Seniyye ile ontolojik düzeyde irtibat kurmanın "nasıl olacağı" -üzerinde çalışılması gereken- bir "mesele" olarak tanımlanmaktadır!

Biliyoruz ki, tarihte dünyaya ve geçmiş asırların idrâkine İslâm'ı söylettiğimiz ve  çok başarılı olduğumuz devirlerimiz vardır. Ancak, iki binli yıllar itibariyle seküler dünya karşısında tıkanıp kaldığımız bir evreyi yaşıyoruz!

Bu devrin şartları içinde "ümmîleşerek" önce Resulullah'a (Sünnet) ve sonra Çağrı'ya (Kurân) intikâl etmek imkânsız!

Devir, hadis literatürünün kavlî unsurlarıyla tefsir edilmiş Çağrı'nın, insan bünyesine tasavvuf kanalından zerk edilmesiyle sınırlı kalabileceğimiz bir devir değil!!

Seküler dünyanın esir aldığı insanoğluna ve özelde ümmîleşmesini arzu ettiğimiz müslüman evlâdına "Kurân'ın îcâz perdesi"nden ulaşmayı denemeliyiz artık! Bu îcâzı deşifre edebilen akla "Kurânî Zekâ" diyoruz zâten!

Dolayısıyla, seküler esaretten kurtulmak  ve "surda mukaddes bir delik açmak" bize göre ancak Kurân'ın merkezine seyahat etmek ile mümkün!! 

Devir "Kurânî Zekâ"larımızı bileme ve geliştirme devridir!! 

Cenâbı Mevlâ'dan QQ'muzu yükseltmesini niyaz ederim!

Hiç yorum yok: