www.jaumeplensa.com |
İkinci ve üçüncü bölümlerde
okuduğunuz Kurân incelemesini, Kurânî Zekâ'larımızın varlığına ve nüfûzuna
işaret eden ilmî bir örnekleme olarak değerlendirmenizi rica ederim.
Zekânın Kurân ile akort
edilmesi, içimizdeki Kurân ile sahifelerdeki (Mushaf) Kurân'ın senkronize
olmasına ve bu sûretle Yusuf Kaplan'ın bahsettiği "ümmîleşme"nin de tezâhürüne
imkân verir.
İlhâmı doğrudan Kurân'dan
alabilme yetkinliğimiz QQ'muzun seviyesine paralel gerçekleştiği gibi, bu
yetkinlik "Oku"ma yolunda Resulullah'a (s.a.v.) ne kadar
yaklaşabildiğimizin derecesini ve ümmîleşmedeki vaziyetimizi ortaya koyar!
"Ümmîleşmek" benim
tercih ettiğim bir kavram değildir! Hatırlayacağınız gibi, bu defa Sayın
Kaplan'ın görüşlerini değerlendirerek Kurânî Zekâ'yı incelemeye devam
ediyoruz! Kurânî Zekâ terimini öne sürmüşken, ilâve olarak
"ümmîleşmek" vurgusuna ihtiyaç duymayacağımı herhalde siz de takdir
edersiniz?!
Dolayısıyla, bu incelememiz
boyunca Kurânî Zekâ'nın "ümmileşme"ye de tekâbül ettiğini açıklamak
ve vurgulamak durumundaydım.
Tasavvufu, Kurân'da
"teveccüh" olarak okuduğumuzu ve bulduğumuzu; bu okumanın "sil
baştan" bir okuma olduğunu farketmiş olmalısınız?!
Yusuf Bey buna itiraz eder mi
bilmem, "ümmîleşmek" ancak bu sûretle olur!
Yâni, âtıl bıraktığımız Kurânî
Zekâ'nın devreye girmesiyle olur!!
Yâni, "doğrudan"
Kurân'dan ilhâm alabilmekle olur!!
Oysa, nice asırlardır Kurân'dan
doğan ilhâm ile zekâlarımız arasındaki irtibat o kadar "dolaylı"
kılınmıştır ki, değerli yazar gibi fikir çilesi çekenler dahi
"ümmîleşmenin" rotasını farklı çizmektedirler!
Ümmileşmeyi "fıtratın
hatırlanması" olarak tanımlayan Sn. Kaplan, bunun için Sünnet-i
Seniyye'ye işaret etmektedir.
Çok isâbetli olarak şu gerçeğe
de temas etmektedir...
"Ama burada bir
sorunumuz var. Yakıcı bir sorun ve açmaz bu: Sünnet-i Seniyye’nin gerçek
anlamda ne olduğunu da, nasıl hayatımız hâline getirilebileceğini de bilmiyoruz."*
Yazar şöyle devam
etmektedir...
"... çağrıya
muhatap olanlar eğer çağırıcı/elçi ile şimdiye kadar olduğu gibi sadece
epistemolojik olarak (yalnızca söz ve bilgilenme düzeyinde) ilişki kurmayı
sürdürürlerse, çağrının bize doğrudan ve doğurgan bir söz söyleyebilmesi
imkânsızdır. Çağrı’nın bize doğrudan ve doğurgan bir söz söyleyebilmesi
için, Bediüzzaman Hazretleri’nin enfes bir şekilde dikkat çektiği gibi,
çağırıcı/elçi ile ontolojik (bilfiil ve bilhâl) olarak irtibat kurmamız
gerekir.
İşte âlemlere rahmet olarak
gönderilen Efendimiz (s.a.v) bu gerçeği bilfiil müdrik olduğu için Veda
Hutbesi’nin en son cümlesi olarak orada hazır bulunan sahabe üzerinden aslında
bize hitap etmiş ve aynen şöyle buyurmuştur: 'Size iki şey
bırakıyorum: Kur’ân ve Sünnet. Umulur ki, sizden sonra gelenler, bunu, sizden
daha iyi anlayabilirler.'
Sahabeden sonra
gelenlerin vahyin hakikatini sahabeden daha iyi
anlayabilmesinin yegâne yolu, Efendimiz’le (s.a.v) epistemolojik değil,
ontolojik olarak irtibat kurabilmekten geçiyor."*
Yazar, değerli makalesini şu
cümleleriyle tamamlamaktadır...
"......... Sünnet-i
Seniyye’nin güzergâhları demek olan kavl/söz/ilme’l-yakîn, fiil/ayne’l-yakîn ve
ikrar/hâl/hakka’l-yakîn süreçlerini nasıl hem eşzamanlı olarak hem de
ardışık olarak hayata geçirmemiz gerektiği meselesi üzerinde kafa
patlatmamızın yegâne yükümlülüğümüz olduğunu anlayabileceğiz."*
Görüldüğü gibi, bir rota veya
bir yol tarifi vardır; fakat yine de ümmîleşmenin ve Sünnet-i Seniyye ile
ontolojik düzeyde irtibat kurmanın "nasıl olacağı" -üzerinde
çalışılması gereken- bir "mesele" olarak
tanımlanmaktadır!
Biliyoruz ki, tarihte dünyaya ve
geçmiş asırların idrâkine İslâm'ı söylettiğimiz ve çok başarılı olduğumuz
devirlerimiz vardır. Ancak, iki binli yıllar itibariyle seküler dünya
karşısında tıkanıp kaldığımız bir evreyi yaşıyoruz!
Bu devrin şartları içinde
"ümmîleşerek" önce Resulullah'a (Sünnet) ve sonra Çağrı'ya (Kurân)
intikâl etmek imkânsız!
Devir, hadis literatürünün
kavlî unsurlarıyla tefsir edilmiş Çağrı'nın, insan bünyesine tasavvuf
kanalından zerk edilmesiyle sınırlı kalabileceğimiz bir devir
değil!!
Seküler dünyanın esir aldığı
insanoğluna ve özelde ümmîleşmesini arzu ettiğimiz müslüman evlâdına "Kurân'ın
îcâz perdesi"nden ulaşmayı denemeliyiz artık! Bu îcâzı deşifre edebilen
akla "Kurânî Zekâ" diyoruz zâten!
Dolayısıyla, seküler
esaretten kurtulmak ve "surda mukaddes bir delik
açmak" bize göre ancak Kurân'ın merkezine seyahat etmek ile
mümkün!!
Devir "Kurânî
Zekâ"larımızı bileme ve geliştirme devridir!!
Cenâbı Mevlâ'dan QQ'muzu
yükseltmesini niyaz ederim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder