Bir itirazla başlayalım yazmaya...
Şöyle diyor Sn. Yusuf Kaplan:
"Akif'in deyişiyle, 'Kur'ân'dan alıp ilhamı,
asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı' önermesi, bizi, çağ körleşmesine
mahkûm etmekten başka bir yere götürmedi, götüremezdi de zaten. Aslolan
asrın idrakini kırabilmek ve aşabilmek; İslâm'ın idrakini asra / çağa
sunabilmektir. Başka bir deyişle, İslâm'ın kendi çağını kuracak idrakiyle çağla
konuşmak, İslâm'ın idrakini çağa konuşturmaktır. Asrın idraki, idrakinizi
konuşacağınız idrak konumuna yükseldiği sürece, sizin idrakiniz değil, siz
ilhamınızı Kur'ân'dan aldığınızı söyleseniz de, asrın idraki konuşur. Sonuçta,
ortada İslâm'dan, yani sizin idrakinizden eser kalmaz."1
Hayııır! Hayır!
Merhum vatan şairimizin ruhaniyeti rencide olmasın diye
itiraz etmeye mecburum!
Sorun, “asrın idrâkini esas almak” olamaz!
Hitap edeceğiniz devrin şartlarını temsil eden asrın idrâkini esas almadan aynı
dili konuşamazsınız! Dolayısıyla, bahsi geçen “çağ körleşmesinin” sebebi bu
olamaz!
Dert ve körleşme, Kurân’dan ilham alma yetersizliğimizden
doğmuştur! Kurân’dan lâyıkıyla ilham alamamışızdır ki, asrın idrâkine İslâm’ı
söyletmiş olalım?!
Aynı makalesinde, Sn. Kaplan “Ümmîleşmek”ten
bahseder.
“Çağdan kurtulmak, çağa girmek ve çağı aşmak, ancak tıpkı
Efendimiz'in (sav) yaptığı gibi ‘ümmîleşmek’le mümkün olabilir. Ümmîleşmek,
sırasıyla, ön almak, ön açmak ve öne koyulmak demektir.”
Ona göre, çağ körleşmesini aşabilmenin anahtarıdır
ümmileşmek!2
Yusuf Kaplan, İslâm dünyasının “semantik intihar” biçiminde
çağa çakıldığını ve bu yüzden Kurân ve Sünnet’e lâyıkıyla dönmenin imkânsız
olduğunu düşünür.
Değerli yazar, birkaç gün süren yazılarının en sonunda
konuyu şu cümlelerle bağlar…
“…yani ‘peygamberimizle’ çağdaşlaşabildiğimiz ve
‘peygamberimizi’ çağdaşımız kılabildiğimiz zaman, çağ körleşmesinden
kurtulabilir, varış noktasıyla kalkış noktasını buluşturabiliriz. İşte o zaman,
çağrımızın çağını kurma sürecinde bir mesafe katedebiliriz.”3
Yusuf Bey’in üç yazıda kaleme aldığı konuyu zihnimde şu
şekilde toparlamaya çalıştım…
“İslâm’ı asrın idrâkine söyletebilmek/kabul ettirmek için
Kurân ve Sünnet’e dönmek şart! Ancak, bunu asrın idrâkinden arınmadan yapmak
mümkün değil! Bu arınmanın yolu ise ümmileşmek!”
Belki de bu yüzden Ali Bulaç Bey’in bir makalesinde göze
çarpan “hanif ruhlu insanlar”4 vurgusu ile “ümmileşmek” ihtiyacını
bir arada değerlendirmek icap edebilir?! Ayrıca Sn. Bulaç, “nübüvvet
geleneğine dönmek”ten5 bahseder!
Tabii, ümmileşmenin nasıl olacağı konusunda
Yusuf Bey’in önermesini merak ederek makalelere dikkatle baktığımda, şu
satırlar dikkatimi çekti…
“Çağın ağlarından ve bağlarından kurtulabilmemiz, yani ön
alabilmemiz için tâatullah makamını geçmemiz; çağın içine
girebilmemiz ve ön açabilmemiz için ma'siyetullah sürecini başarıyla
aşabiliyor olmamız; öne koyulabilmemiz, öncülüğe soyunmayı hakedebilmemiz için
de hablullah'a sarılmamız şart. Başka bir deyişle, bütün zamanları
seferber edebilmemiz, bütün zamanları kendi çocuğumuz kılabilmemiz ve bütün
zamanların çocuğu olabilmemiz gerekiyor.”2
Bu satırlarda tasavvufî bir lisan görüyorum!
Eğer böyle ise, bu tasavvufî süreç ümmîleşmeyi hakikaten
temin edebilecek ve “semantik ihtiharımızı” önleyebilecek midir?!
Bana göre, hayır!!
İslâm tasavvufunun birey ve cemiyet hayatına getireceği
mânevi kalite, İslâm’ın asrın idrâkine sunabileceği şeylerden yalnızca biridir!
Çağ körleşmesini birey ve cemiyet düzeyinde aşmamıza yetecek enerjiyi sağlayacağından
benim de şüphem yoktur!
Zâten, İslâm’ın yaşanmış ve devam eden bir tasavvuf
serüveni vardır! Ancak, 21 ve gelecek asırların idrâkine söyleteceğimiz
İslâm'ın, Kurân’ın henüz keşfedilmemiş ve onun îcâzından doğan ilimler ve
feyizlerle beslenmesi şarttır!
Resulullah Efendimizin 23 yıllık risâlet ve Kurân
hayatından sonra artık “ümmîleşmek” ancak ve ancak Kurân’dan doğabilir ve
Kurân’a dayanabilir!
Resulullah Efendimizin ümmîliği nevi şahsına
münhasırdır ve tektir! Bizlerin ümmîliği ise Kurân şartına bağlıdır!
Dolayısıyla, Sn. Kaplan’ın “peygamberimizle
çağdaşlaşabilmek ve peygamberimizi çağdaşımız kılabilmek” tasavvuru
doğrudan Kurân’a bağlıdır!
Yani, bizler daha en başta akordumuzu Kurân ile yapmak ve
başından sonuna kadar hep Kurân ile yol almak durumundayız!
Çünkü, ilmin bir nokta olduğuna vukûfiyet kişiyi hem ümmî
kılar hem de âlim kılar!
Kurân, o noktadan o noktaya bir okumadır! O “nokta”
Kurân’dadır!
“Doğrudan Kurân’dan ilham almak ve asrın idrakine İslâm’ı
söyletmek” de herhalde bu olsa gerektir!
Maalesef, bugüne kadar Kurân ile “doğrudan ilham
ilişkimiz” özürlü olduğu veya sınırlı kaldığı için asırların idrâk seviyeleri
karşısında çok hırpalandık ve hatta dînimizden soğuduk! (Semantik İntihar!)
Oysa, durum tam şarkıda söylendiği gibi… “Ben
gurbette değilim; gurbet benim içimde!”6
Bizim asırlar karşısındaki gurbetimiz, Kurân ile doğrudan
ilham ilişkimizi fark etmemiz ve kuvvetlendirmemizle son bulabilir! Bu
gerçekleşinceye kadar Kurân gurbettedir ve biz de gurbetteyiz! Şu
farkla ki, Kurân’ın gurbeti bizim içimizdedir!
Bu yüzden “ümmîleşmek” ihtiyacımızı fark edenlere,
şarkıdan nazîre “Sen gurbette değilsin; Kurân senin içinde!” diyerek hitap
etsek yeridir!
İçimizdeki Kurân’ı, QQ (Kurânî Zekâ) ile
tanımlıyoruz. (Hepsi bu değil!)
Bir gün bir yerde “hanif ruhlu” bir “ümmî” bulursanız,
biliniz ki onun QQ’su çok yüksek olmalıdır!
Zîra, Peygamberimizden sonra artık Kurân dışında bir
yolla hanifliğin ve ümmîliğin asrın idrâkine yön verme kudreti yoktur!
Son söz olarak, yine şarkıya nazîre:
“Ben gurbette değilim; Kurân benim içimde!”
Hadi, siz de söyleyin!
Hep birlikte!!
Neyzen Semazen
1 yorum:
Ayrıca bkz.
http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=806&Sayi=38
Yorum Gönder