15 Kasım 2011 Salı

Kurân Senin İçinde



Bir itirazla başlayalım yazmaya...

Şöyle diyor Sn. Yusuf Kaplan: 

"Akif'in deyişiyle, 'Kur'ân'dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm'ı' önermesi, bizi, çağ körleşmesine mahkûm etmekten başka bir yere götürmedi, götüremezdi de zaten. Aslolan asrın idrakini kırabilmek ve aşabilmek; İslâm'ın idrakini asra / çağa sunabilmektir. Başka bir deyişle, İslâm'ın kendi çağını kuracak idrakiyle çağla konuşmak, İslâm'ın idrakini çağa konuşturmaktır. Asrın idraki, idrakinizi konuşacağınız idrak konumuna yükseldiği sürece, sizin idrakiniz değil, siz ilhamınızı Kur'ân'dan aldığınızı söyleseniz de, asrın idraki konuşur. Sonuçta, ortada İslâm'dan, yani sizin idrakinizden eser kalmaz."1

Hayııır! Hayır!

Merhum vatan şairimizin ruhaniyeti rencide olmasın diye itiraz etmeye mecburum!

Sorun,  “asrın idrâkini esas almak”  olamaz! Hitap edeceğiniz devrin şartlarını temsil eden asrın idrâkini esas almadan aynı dili konuşamazsınız! Dolayısıyla, bahsi geçen “çağ körleşmesinin” sebebi bu olamaz!

Dert ve körleşme, Kurân’dan ilham alma yetersizliğimizden doğmuştur! Kurân’dan lâyıkıyla ilham alamamışızdır ki, asrın idrâkine İslâm’ı  söyletmiş olalım?!

Aynı makalesinde,  Sn. Kaplan “Ümmîleşmek”ten bahseder.  

“Çağdan kurtulmak, çağa girmek ve çağı aşmak, ancak tıpkı Efendimiz'in (sav) yaptığı gibi ‘ümmîleşmek’le mümkün olabilir. Ümmîleşmek, sırasıyla, ön almak, ön açmak ve öne koyulmak demektir.”

Ona göre, çağ körleşmesini aşabilmenin anahtarıdır ümmileşmek!2

Yusuf Kaplan, İslâm dünyasının “semantik intihar” biçiminde çağa çakıldığını ve bu yüzden Kurân ve Sünnet’e lâyıkıyla dönmenin imkânsız olduğunu düşünür. 

Değerli yazar, birkaç gün süren yazılarının en sonunda konuyu şu cümlelerle bağlar…

“…yani ‘peygamberimizle’ çağdaşlaşabildiğimiz ve ‘peygamberimizi’ çağdaşımız kılabildiğimiz zaman, çağ körleşmesinden kurtulabilir, varış noktasıyla kalkış noktasını buluşturabiliriz. İşte o zaman, çağrımızın çağını kurma sürecinde bir mesafe katedebiliriz.”3

Yusuf Bey’in üç yazıda kaleme aldığı konuyu zihnimde şu şekilde toparlamaya çalıştım…

“İslâm’ı asrın idrâkine söyletebilmek/kabul ettirmek için Kurân ve Sünnet’e dönmek şart! Ancak, bunu asrın idrâkinden arınmadan yapmak mümkün değil! Bu arınmanın yolu ise ümmileşmek!”

Belki de bu yüzden Ali Bulaç Bey’in bir makalesinde göze çarpan “hanif ruhlu insanlarvurgusu ile “ümmileşmek” ihtiyacını bir arada değerlendirmek icap edebilir?! Ayrıca Sn. Bulaç, “nübüvvet geleneğine dönmek”ten5 bahseder!

Tabii, ümmileşmenin nasıl olacağı konusunda Yusuf Bey’in önermesini merak ederek makalelere dikkatle baktığımda, şu satırlar dikkatimi çekti…

“Çağın ağlarından ve bağlarından kurtulabilmemiz, yani ön alabilmemiz için tâatullah makamını geçmemiz; çağın içine girebilmemiz ve ön açabilmemiz için ma'siyetullah sürecini başarıyla aşabiliyor olmamız; öne koyulabilmemiz, öncülüğe soyunmayı hakedebilmemiz için de hablullah'a sarılmamız şart. Başka bir deyişle, bütün zamanları seferber edebilmemiz, bütün zamanları kendi çocuğumuz kılabilmemiz ve bütün zamanların çocuğu olabilmemiz gerekiyor.”2

Bu satırlarda tasavvufî bir lisan görüyorum! 

Eğer böyle ise, bu tasavvufî süreç ümmîleşmeyi hakikaten temin edebilecek ve “semantik ihtiharımızı” önleyebilecek midir?!

Bana göre, hayır!!

İslâm tasavvufunun birey ve cemiyet hayatına getireceği mânevi kalite, İslâm’ın asrın idrâkine sunabileceği şeylerden yalnızca biridir! Çağ körleşmesini birey ve cemiyet düzeyinde aşmamıza yetecek enerjiyi sağlayacağından benim de şüphem yoktur! 

Zâten, İslâm’ın yaşanmış ve devam eden bir tasavvuf serüveni vardır! Ancak, 21 ve gelecek asırların idrâkine söyleteceğimiz İslâm'ın, Kurân’ın henüz keşfedilmemiş ve onun îcâzından doğan ilimler ve feyizlerle beslenmesi şarttır!

Resulullah Efendimizin 23 yıllık risâlet ve Kurân hayatından sonra artık “ümmîleşmek” ancak ve ancak Kurân’dan doğabilir ve Kurân’a dayanabilir!

Resulullah Efendimizin ümmîliği nevi şahsına münhasırdır ve tektir! Bizlerin ümmîliği ise Kurân şartına bağlıdır!

Dolayısıyla, Sn. Kaplan’ın “peygamberimizle çağdaşlaşabilmek ve peygamberimizi çağdaşımız kılabilmek” tasavvuru doğrudan Kurân’a bağlıdır!

Yani, bizler daha en başta akordumuzu Kurân ile yapmak ve başından sonuna kadar hep Kurân ile yol almak durumundayız! 

Çünkü, ilmin bir nokta olduğuna vukûfiyet kişiyi hem ümmî kılar hem de âlim kılar! 

Kurân, o noktadan o noktaya bir okumadır! O “nokta” Kurân’dadır!

“Doğrudan Kurân’dan ilham almak ve asrın idrakine İslâm’ı söyletmek” de herhalde bu olsa gerektir! 

Maalesef, bugüne kadar Kurân ile “doğrudan ilham ilişkimiz” özürlü olduğu veya sınırlı kaldığı için asırların idrâk seviyeleri karşısında çok hırpalandık ve hatta dînimizden soğuduk! (Semantik İntihar!)

Oysa, durum tam şarkıda söylendiği gibi… “Ben gurbette değilim; gurbet benim içimde!6

Bizim asırlar karşısındaki gurbetimiz, Kurân ile doğrudan ilham ilişkimizi fark etmemiz ve kuvvetlendirmemizle son bulabilir! Bu gerçekleşinceye kadar Kurân gurbettedir ve biz de gurbetteyiz! Şu farkla ki, Kurân’ın gurbeti bizim içimizdedir!

Bu yüzden “ümmîleşmek” ihtiyacımızı fark edenlere, şarkıdan nazîre “Sen gurbette değilsin; Kurân senin içinde!” diyerek hitap etsek yeridir!

İçimizdeki Kurân’ı, QQ (Kurânî Zekâ) ile tanımlıyoruz. (Hepsi bu değil!)

Bir gün bir yerde “hanif ruhlu” bir “ümmî” bulursanız, biliniz ki onun QQ’su çok yüksek olmalıdır!

Zîra, Peygamberimizden sonra artık Kurân dışında bir yolla hanifliğin ve ümmîliğin asrın idrâkine yön verme kudreti yoktur!

Son söz olarak,  yine şarkıya nazîre:

Ben gurbette değilim; Kurân benim içimde!

Hadi, siz de söyleyin!

Hep birlikte!!

Neyzen Semazen

1 yorum:

Bülend SUNGUR dedi ki...

Ayrıca bkz.

http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=806&Sayi=38