4 Ekim 2011 Salı

Hızır'a Hazır Olmak


Varlığın veya eşyanın hakikatini, beşeriyet ve kulluk mertebelerinden idrâk etmemize hizmet eden dînîmizin temel kaynakları  herkese hitap eder.  Bu kaynaklar üzerinden üretkenlik hiçbir kurumun veya hiç kimsenin tekelinde değildir!  İcâzete veya diplomaya tâbi değildir!

Kaynaklara bağlı olarak gerçekleşen dînî müktesebat,  metodik (usûl) olmak sûretiyle etkinlik, yaygınlık ve öncelik kazanır! Yani, araştırıp inceleyenlerin ürettikleri kendilerine kalmaktan terfî ederek, başkalarının da kabulüne ve beğenisine mazhar olur. Kabulü ve beğeniyi sağlayan metottur.

İslâmî üretkenlik bu sûretle ilmî kimlik kazanır. Kalbî olan veya kalpten doğan, metotların taşıyıcı gücüyle önce başkalarının akıllarında yer bulur ve sonra başkalarının kalplerine intikal eder.

İslâm’ın yeryüzündeki nüfûzu, kalpler üzerindeki nüfuzuna bağlı olarak varlık bulur ve gelişir! Kaynak merkezli İslâmî idrâkin kalplerden kalplere intikali akıl aracılığıyla gerçekleşir. “Ortak” akıl ise metotlar üzerinden karar üretir; kanaat geliştirir.  Dîni ilimler, İslâmî ilimler dediğimiz de budur! Kararlar, kanaatlerdir!!

Konu din ve İslâm olunca, Kutlu Nebî’nin başında bulunmadığı ilmî/aklî etkinlik  kaynaklarına sadâkatten uzaklaşabilir veya artan cesâmetiyle kalbî unsurlarını ihmal edebilir?!

Nitekim, böyle olmuştur!!!

İslâm’dan ve ona tâbî insandan doğan ilimler, cesâmetlerinin kibriyle metotlarını denetleyemez ve sorgulayamaz olmuşlardır.

“Önden giden atlılar” o kadar hür ve o kadar kompleksiz yol almış ve açmışlardır ki, onların açtığı yollarda geriden ve sonradan gelenler zamana ve kendilerine yenik düşmüşlerdir. Kurân’ın hem kalbî hem de aklî unsurlarına yabancılaşmışlardır. (İçimizdeki bazı "atlılar"ı istisna saydığımız bilinmelidir!)

Ortada, İslâmî İlimler şablonu içinde aktif bir akıl vardır! Ancak, bu aklın efendisinin artık “Vahiy” olduğu şüphelidir?!  Bu cârî aklın kalpleri mutmain kıldığı da şüphelidir?!

Bu münasebetle, bizim peyderpey açıklamaya çalışacağımız “Kurânî Zekâ”mızın tekâmülüne ihtiyaç had safhadadır!

Bu, kendi içimizde ve Kurân’da yapacağımız özel yolculuklarla inkişaf edecektir.

Bu yolculuklarda, “akademik ve çağdaş” kodlar geçerli değildir veya yeterli değildir!

Geçerli olan, Musa (a.s.) kadar Hızır’a (a.s.) hazır olmaktır!  Hatta, daha hazır ve daha sabırlı olmaktır!

İnkişafımız ne kadar hazır olduğumuza bağlıdır?!

“Hızır” sıra dışı bir fenomen ise, İslâm ve Kurân sizce nedir??

Medya kuvvetleri marifetiyle her türlü olağanüstü(?!) fenomene -korumasız biçimde- açık kalan “İslâmî bilinçlerimiz” Kurân’a karşı neden bu kadar kapalıdır??

Sakın, kalbî kuvvetlerimiz medya kuvvetleri karşısında çoktan pes etmiş olmasın?!

Ya dünyadaki muharref inançlar arasında “sıradan” bir İslâm yaşayacağız… Farkımız fark edilmeyecek; hatta biz dahi bilmeyeceğiz!..

Ya da Hızır’ımıza, Kurân’ımıza hazır olacağız?..

Ukalalığımızla yüzleşme vaktidir! 

YOK başka çaresi!!

Neyzen Semazen

Hiç yorum yok: