24 Nisan 2012 Salı

İslamî Bankacılık ve Gesi Bağları


'Hangi Bağın Bağbanısan'

Maksadı üzüm yemek olanın, bağcıyla işi olmaz! Ancak, bağcının da ürettiği ve sattığı üzümden emin olması gerekir?!

Gesi bağlarında dolanmak, her zaman şarkıdaki gibi melodik ve lirik değildir! Bazen, armudun sapı/üzümün çöpü sıkıntı verir insana... Hele hele, küresel finansın mayalama tekniklerinden etkilenen özel bir alanda faaliyetiniz varsa, üzüm suyu ile şarabı karıştırmak ihtimaliniz yüksektir! 

Bu yüzden, üzüm yerken ve yedirirken hangi bağın bağbanı olduğumuzu unutmamak gerekir!!

İslâmî bankacılıkta,  bağbanlığa "İslâm" kelimesi yön verir! 

Çünkü, bizim için "Riba yasağı" İktisat biliminden değil; Kurân'dan, yani İslâm'dan gelir!

Böyle olunca, Sezar/Tanrı ayırımını esas alan dünyada "İslâmî Bankacılık" büyük bir iddiadır?! Tabii olarak, İslâm büyüktür ve Sezar'a -istemesi halinde- öğretecek çok şeyi vardır!

Dolayısıyla, 50 yıllık İslâmî Bankacılık tecrübesi, din/dünya ve din/bilim buluşması/uyuşması için fevkalâde değerlidir!!

Riba yasağı iktisadi bir ilkedir ve bu sûretle, Kurân dünyaya İktisat öğretmektedir!

İslâm'ın gönüllü ve imanlı talebeleri olarak, iktisâdi etkinliğimizi tartacak "gönülsüz ve çok bilmiş" dünya karşısında sınav verdiğimiz gün gibi âşikârdır!

Bu münasebetle,  "katılım" içeren "faizsiz" bankacılığımızın 50 yıllık tecrübesinden çıkaracağımız sayısız ders vardır!

Biz de makalemizde, 2012'in ilk çeyreğinde tanık olduğumuz bir gelişmeden ders çıkarmaya çalışacağız. Takdir edersiniz ki ders çıkarmadıkça, dünya ders verme liyakatimizi sorgulayacaktır! Daha kötüsü, başarısızlığımız İslâm'a mâl edilecektir!

GES Ayrı, Gesi Ayrı

"Gesi Bağları" türküsünü bilmeyenimiz yoktur; ancak GES'den sâdece ilgilenenler haberdardır...

GES (Gelire Endeksli Senetler) ve GOS'u (Gelir Ortaklığı Senetleri) Rahmetli Turgut Özal'ın 28 yıl kadar önce tasarladığını biliyoruz. Devletin iç borçlanmada kullandığı GES'in  ihracı ilk kez 2009'da gerçekleşiyor.  

Senetlerin ihracından hemen önce, finansçı kimliği ve kariyeriyle Sn. Sami Uslu şu değerlendirmede bulunuyor.1

"Doğal olarak, yatırımcıya minimum getiri garantisi verilmesi söz konusu değil. Zira, böyle bir garanti, enstrümanı, tür olarak, getirinin önceden belirlendiği, bilindiği faizli tahvillere yaklaştırır. Halbuki, İslami esasa uygun her türlü finansal aracın getirisi ticari bir kazanca dayanmalıdır. Ticaretin en ayırıcı vasfı ise kâr veya zararın önceden bilinmemesidir. O kadar ki, 'Ticaret nedir?' sorusunu tek kelimeyle 'risktir' diyerek yanıtlamak yanlış olmaz."

İlk GES ihracının Ocak ayında gerçekleşmesinden sonra, Şubat ayında Sn. Hayrettin Karaman konuyu inceliyor ve Sami Uslu'nun ihtiyat kaydına rağmen "minimum getiri garantisi"ne şu izahı getiriyor.2

"İnsanlar bu senetlere rağbet etsinler diye devlet, kamu yararını ve devletin ihtiyacını gözeterek  'bu gelirler şu kadara ulaşmazsa üstünü ben tamamlarım' dediğinde bu teşvik ödemelerine benzer. Devlet fayda gördüğünde belli alanlara, karşılıksız olarak ödemede bulunabilir.

'Ben, belli KİT'lere ortak oldum, bunun gelirinden payıma düşeni alırım, ama kâr garantisinde faiz kokusu görüyorum, bunu almam' diyenler olursa, onlar da bu ödemeyi alır ve yoksullara dağıtabilirler.

Şuna da işaret etmek gerekir ki, normal durumlarda reel gelirin, senetteki asgari gelirden daha az olma ihtimali yok gibidir."

Görülüyor ki, Sn. Karaman Sami Uslu'nun ihtiyat kaydına açıklama getiriyor ve Hazine'nin taahhüt ettiği "asgari kupon getirisi garantisi"nde beis görmüyor.3

H. Karaman aynı makalesinde, bu senetlerin dört farklı Kamu İktisâdi Teşebbüsü'nün (KİT) gelirleriyle ilişkilendirilmiş olması sebebiyle "... devlet hakkı alım-satıma, bedel ile devretmeye konu olabilir mi?" diye sormuştur. 

Soru, Osmanlı'daki İltizam Usûlü esas alınarak cevaplanmış ve net olarak şu söylenmiştir.

"GES uygulamasının buna benzediğini ve meşru olduğunu düşünüyorum."

Üç Vakit Sonra

Nasıl olduysa, H. Karaman üç yıl sonra GES hakkındaki "dînî meşruiyet" kanaatinden caymış ve gazetedeki köşesinde şöyle yazmıştır.4

"Devlet vatandaşından borç para alır, buna karşı üzerinde faizi veya başka bir şekilde getirisi yazılı senet verirse 'faizli borç' almış olur. Verdiği getiri faizdir ve fertlerin birbirinden alıp verdiği faize nispetle manevi-dinî sorumluluğu daha ağırdır."

Dikkat edilirse, bu ifadelerde GES'in yatırımcı için anlamından ziyade, devlet için anlamı tahlil edilmektedir. Oysa, üç yılda devletin iç borçlanma senetlerinde ve kullanılan terminolojide hiç bir değişiklik olmamıştır.  Anlaşılan o ki, üç sene sonra bu senetlerin gelire endeklenmiş olmalarından ziyade, borçlanma senedi hüviyetine sahip olması H. Karaman'ın kanaatini ve fetvasını olumsuz etkilemiştir. 

Acaba, Sn. Karaman'ın Osmanlı'nın İltizam uygulaması hakkındaki müspet kanaati de değişmiş midir? 

Değerli fakih, yeni görüşlerini son makalesinde şu cümlelerle detaylandırmıştır.

"Özel görüşmelerde bazı ilgililere 'Bu senetlerin gelire endeksli senet (GES) değil, 'gelir ortaklığı senedi (GOS)' olması gerektiğini, maksat bu ise adının da böyle olması gerektiğini, ayrıca bu senetlerin 'devletin borçlanma enstrümanlarını çeşitlendirme' amacı ile ve borçlanma mahiyetinde olmaması, devletin hakkı olan bazı helal gelirlerin 'senet mukabilinde bedeli ile geçici devri' mahiyetinde olması gerektiğini ısrarla söylemiştim."

Adımız Çıktı Dokuza

Nitekim, üç yıl sonra "bazı ilgililerin" konu hakkında değişen yaklaşımları basına haber olmuştur. 

"Dikkat haram yiyorsunuz!" başlıklı Vatan Gazetesi'nde çıkan  habere, katılım bankalarının GES portföylerini "Sukuk: Kira Sertifikası"na tahvil etme istekleri  konu olmuştur.5 

Ayrıca, Sn. Karaman'ın GOS tanımı ile Hazine'nin iç borçlanma senetlerinden olan ve değişken faizli tahvil niteliğini haiz GOS'u  arasında fark vardır?! Bu nedenle, "bazı ilgililer" GES portföylerini GOS yerine Sukuk'a tahvil etmek istemektedirler.6

Tabii, bu arada katılım bankalarının portföyünde 984 milyonluk GES birikmiş ve bu senetlerin Tl bazında 3 aylık ve Dolar bazında 6 aylık hasılat payları "gelir" kaydedilmiştir. Yani, Sn. Karaman'ın değişen son görüşüne göre "haram" yenmiştir?!

Bütün bu olanların, yazarın yukarıda geçen ifadelerinden anlaşılacağı üzere, maksat birliğine rağmen rivâyet çeşitliliğinden kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz! 

Senetlerin adı GES mi olsun, GOS mu olsun...?! Mahiyeti, devletin hakkı olan gelirleri senet mukabili devretmesi olsun da,  borçlanma maksadı olmasın...?!

Anlaşılan, GES serüveni kanaat/içtihat/fetva/icra süreçlerinde yaşanan çok ağır sorunların varlığını haykıran ibretlik bir vak'a olmuştur!

Bizim tafsilatını aktardığımız süreci, "bazı ilgililer" şöyle özetlemektedirler... 7

"Söz konusu olayın aslı şöyledir. Hazine tarafından ihraç edilme kararı verilen Gelire Endeksli Senetler, daha önce Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın uygun görüşü üzerine katılım bankaları ile birlikte diğer bazı banka ve kuruluşlar tarafından  satın alınmıştır. Ancak bilahare uygulama aşamasında ortaya çıkan ayrıntılar sonrasında, GES’lerin bazı bakımlardan diğer devlet iç borçlanma senetlerinin özelliğini taşıdığı şeklinde Sayın Karaman’ın kanaati değişmiştir."

Özür Kabahati Solladı

Kısacası, GES uygulamasında -daha önce bilinmeyen- sonradan ortaya çıkan ayrıntıların neler olduğunu anlayamadığımı ve bu ayrıntıların helâli haram yapan tesirine akıl erdiremediğimi itiraf etmeliyim. 

Hele hele, gazetenin "ikaz" yüklü başlığına ve haberine gelen tekzip metnindeki şu açıklamayı kavramaya,  QQ seviyem bile yeterli olmamıştır!

"Bu durumda bankalarımızın yeni görüşe kadar satın aldıkları GES’lerde faizsizlik prensibi açısından herhangi bir problem bulunmamaktadır. Yani eldeki GES’ler ilk görüşe dayanılarak alındığı için vade sonuna kadar herhangi bir meşruiyet sorunu oluşturmamaktadır."

İşte bu imkânsızdır!!

Eğer, GES getirisinin riba olduğundan eminseniz; tahsil etmediğiniz dönem getirilerini gelir kaydedemezsiniz... Çünkü, Baraka: 278 sâdece inzâl edildiği dönemi değil; bizleri de bağlayacak sûrette riba bakiyesini -tahsil etmeden- bırakmayı emreder! Hatta o kadar ki, diğer riba âyetleri "ribayı yemek" yönünde yasak getirirken, bu âyet el sürmeden bırakmayı vazeder! Dokunamayız bile!! 

Eğer, ortada riba varsa; yemeyip yoksullara dağıtmak seçeneğiniz dahi yoktur!! Tabii, eğer Kurân'ın yasakladığı Riba'yı biliyor; tanımı ve sınırları üzerinde hiçbir tereddüt taşımıyorsak...??

Bakara: 278"Ey iman edenler! Allah'tan sakının (korkun) ve eğer müminler iseniz ribadan arta kalanı (almadıklarınızı) bırakın!"

Bağbanlık Zor Zanaat

Maalesef GES serüvenimiz gibi, 50 yıla sığdırdığımız sayısız İslâmî bankacılık tecrübemiz Riba'yı Kurân ölçeğinde bilemediğimizi, kavrayamadığımızı açıkça göstermiştir.

Üzüm suyunu şaraptan ayırt edemez vaziyetimiz, ürettiğimiz Fıkıh ve usûlünün mîadını tamamladığına işaret etmektedir!  Fıkıh ve Tefsir'e ve diğer İslâmî ilimlere yön ve ruh verecek; Kurân'ın îcâzından beslenecek özel bir inkişafa ihtiyacımız var... 

İşte, inkişafın gerçekleşeceği bu alana Kurânî Zekâ (QQ) diyorum, ben!

Bir gün, hepimiz bundan bahsedeceğiz!

İnşaALLAH!

Bülend Sungur

3 Nisan 2012 Salı

'Peygamber' ve Tuzu 'Guru'lar



'96 senesinde, meslek dalımda genç bir çalışandım. 

Mensubu olduğum özel kurum, kendi içinde yeniden yapılanmak istiyor ve çalışanlarının bu faaliyete gönüllü olarak katkı vermesini talep ediyordu. 

Aslında pek "gönüllü" değildim! Çünkü, işim çok yorucuydu ve bu rutin dışı faaliyetlere ayıracak enerjim kalmıyordu. 

Bu makûl mazeretime rağmen, kendimi -istemeden- faaliyetlere katkı verirken buldum.

Lügatimde "yasak savmak" olmadığı için, gönülsüzlüğüm üretkenliğime mâni olmadı!

Sonsuz şükürler olsun; kısa sürede önce "Peygamber"i tasarladım ve sonra "Ambermetre"yi...

İkisi de, yönetim bilimi alanında özgün/telif/uygulanabilir model projelerdi.

"Peygamber" muazzam bir şeydi! O kadar ki, konuya vâkıf bir yöneticimiz, bu modelin kurum bünyesinde uygulanmasının bir "devrim" olacağını düşünüyordu. 

Efendimizin Vedâ Hutbesi'ndeki bir sır, modele ruh ve renk vermişti!

Buna rağmen, beklenen devrim olmadı! Çünkü, model hiçbir zaman uygulanmadı! 

Kimse,  "Peygamber"in nasıl bir "keşif model" olduğuna ve model sahibiyle modele yatırım yapılması gerektiğine kafa yormadı!!

Çünkü, bu model onlara Amerika'dan gelmemişti! İthal değildi! Batı ürünü değildi!

Model, tarih aşarak Vedâ Hutbesi'nden gelmişti! Tarih de Batı tarihi değildi!

Üretken IQ da batılı değildi!!

Dolayısıyla, geçen 16 yılda modeli, benim dışımda herkes unuttu. 

Amerikalı olmadığım ve Amerika'da bulunmadığım için genç yaşımda "guru" olma şansımı (!) böylece yitirmiştim!

Bu tecrübeden sonra, herhalde diyorum; sahip oldukları ve dünyaca tanınan çok sayıdaki guruları sebebiyle Amerikalıların tuzu bu kadar kuru?! 

Biz ise, İslâm coğrafyasındaki mangalda kül bırakmayan "cennetlik müslümanlar" olarak,  tuzumuzun neden koktuğuna bir türlü akıl sır erdiremiyoruz! 

Fasulyenin "gurusuna" duyduğumuz iştah kadar, kendi öz kaynaklarımıza iştiyakımız yok!!

Farkında değiliz; bu acziyet ve aşağılık kompleksi bizi derinden ve hissettirmeden kuşatmış; uyuşturmuş!! 

Bu hâlimiz İslâm'a gölge ediyor! Bizim yüzümüzden, dünya İslâm'a gecikiyor!!

Söyler misiniz bana, bizim coğrafyamızdan kaç tane "guru" dünyaca tanınıyor ve kanaatleri dünyaya önderlik ediyor??

..........!!

Biz kendimize yazık etmiyoruz sâdece; dünyaya yazık ediyoruz!!

İslâm'ı dünyadan uzak tutan biziz!! Onu hayattan kopartanlar da!!

Ey ezik ama "cennetlik" (?!) müslümanlar!!

Kurân'dan-insana bakan bir zekâ vardır!! Bir de insandan-Kurân'a bakan zekâ!!

İşte, bu ikisine birlikte Kurânî Zekâ (QQ) diyorum, ben!!

Bunu,  tuzum "guru" olmamasına rağmen ve fakat tuzumuz daha fazla kokmasın diye söylüyorum!

Bunu içinizden biri olarak söylüyorum!!

Guru değilim; söylesem tesiri yok! 

Sussam, gönül râzı değil!


Neyzen Semazen