Sanal dünyada mâlumâta ulaşmak ve onu paylaşmak,
hayalleri aşan seviyede kolaylaşınca ve hız kazanınca, dînimizi bilmek ve araştırmak ihtiyacımız da gün yüzüne çıktı.Her zaman hissettiğimiz bu
ihtiyacın karşılanabilmesinin yolları çoğaldı ve geçmiş zamanlara kıyasla daha
ziyâde çeşitlendi...
Bu çoğalış ve çeşitlenme o kadar büyük bir ivme ile
gerçekleşti ki, ister istemez "kalite" gerilerde
kaldı. Sanal dünyanın
sınırsız vusûlü, "usûl"ü harcadı gitti!
Tahminim ve ümîdim odur ki bu zaafiyet kalıcı olmayacak
ve "usûl" ile elbet bir gün buluşacağız!
İşte böyle bir sanal trafikte, bana da bazı sorular
yöneltildiği ve cevaplar istendiği olmuştu...
2007'nin ikinci yarısında gelen bir soru şöyleydi:
"Kim Kurân'dan ne anlıyorsa öyle uygularsa, ama bunda gerçekten samimi ise ona sizce mesuliyet var mı? Eğer varsa, illa o insan birilerine mi uymalıdır? Peygamber hayatta olmadığına göre,
ondan daha iyi de Kurân'ı kimse anlamadığına göre…???"
Bizim cevabımız şuydu...
"Kendisinden daha bilgili olanlardan yararlanmak
zarureti vardır. Dikkat lütfen, mükellefiyet demiyoruz; zarûret diyoruz. Özellikle buna vurgu
yapıyoruz...
Çünkü, daha bilgili olanın ilminden yararlanmak
mükellefiyeti eşyanın tabiatından doğan bir zarurete dayanmaktadır...
Herkes müslüman olabilir ve fakat herkes her konuda
âlim olamaz.. Herkesin dinde
âlim olmasını beklemek, herkesin peygamber olmasını beklemek kadar mânâsızdır…
Önemli ve gerekli olan dînimizi ve Kurân’ımızı daha
güzel ve esaslı kavrama yolunda ilminden yararlandıklarımızın bir müddet sonra
(meselâ asırlar sonra) tabular hâline gelmemeleridir…
Bu ise, müslümanın bütün ilmî yetersizliğine rağmen
Kurân ile irtibatını son nefese kadar yoğun tutması ile mümkündür...
Yâni, bilmediklerimizin farkında olacağız, bilenleri
bulup danışacağız ve hatta tâbi olacağız ve fakat her zaman ve her zaman Kurân ile
direkt irtibat hâlinde olmaya ve kalmaya devam edeceğiz...
Dîne ait sorularımıza cevap verenler ve hatta çözüm
üretenlerin varlığını Kurân ile direkt irtibatımızın yerine ikâme etmeyeceğiz… Yâni, Kurân ile irtibatımızı direkt
oluştan dolaylı oluşa çevirmeyeceğiz…
Yâni, müslüman olarak Kurân’ı ve İslâmı anlama,
yaşama, kavrama yolunda ehline
müracaat edeceğiz; ehliyet sahiplerine saygı duyacağız ve onlardan
yararlanacağız. Ancak Kurân ile yaşadığımız aşkı dolaysız yaşayacağız…
O zaman biz de kendi hissemize düşücek nice feyizlerle
arınacağız, güzelleşeceğiz, yenileneceğiz…"
İşte bu çerçeve içinde, Kurânî Zekâ'mız (QQ) varlık belirtisi gösterebilir!
Her birimiz QQ'muzun mevcut seviyesine ve gelişimine bağlı olarak
Kurân ile özel bir bağlantı kurabiliriz! Bu sâyede, Kurân âdetâ bize de nâzil
olur!
Kurânî Zekâ'mız kıpırdamışsa,
Kurân da bize damlaya başlamış demektir...
Bu Kurân damlaları kişiyi "âlim" yapmaz! Fakat,
nice "âlimler"(?) vardır ki Kurân onlara belki de hiç damlamamıştır?!
Bizim temas ettiğimiz Zekâ-Kurân ilişkisi,
"damlamak" mecâzından anlaşılacağı üzere yolun en başında ihtiyaç
duyacağımız bir zekâ kıpırtısının karşılığıdır...
Kurân ile kurulacak bu dolaysız bağlantıların müslüman
toplumlarda artışıyla, QQ'su
yüksek gelecek nesilleri hayâl etmek mümkün olacaktır!
Kendimiz ve gelecek nesiller için Kurân'ın i'câzına
ilişkin iman tazelemek durumundayız!
Artık, Kurân karşısında uyuklayan bilinçlerimizi "damlalar" mesâbesinde olsa bile uyandırmalıyız!
Kurân bize damlamazsa, geleceğe çağlamaz!
Neyzen Semazen
http://www.facebook.com/photo.php?fbid=382336545163146&set=a.382336538496480.87722.100001604109466&type=1&theater
YanıtlaSil