Aslında,
Kelebek Etkisi (Gleick, Chaos, p. 9-32) diye bilinen şeyi, Kur’ân çok açık biçimde tanımlar. Kozmosla
kaos, kâinat ile kıyamet arasında
holistik yasalar hâkimdir. Bu yüzden,
“söz, düşünce, duygu, yazı, çizgi” bile küçümsenemez ve oluşturacağı etkiler
ihmal edilemez.
Öyle
ki tarihte ilk defa Yaradan’a çocuk isnadı, bir düşünceden ve bunu ortaya koyan bir sözden
ibaret olmasına rağmen, kâinatı neredeyse kıyametin eşiğine getirmiştir. Bu
kozmik bilgiyi, Meryem Sûresi’nden (88-93 âyetler) alıyoruz.
“Rahman’ın
çocuk edindiği” yönündeki sapkın iddia karşısında “semavat, arz ve dağlar”
kâinat yasalarını tersine çevirecek bir kaosun eşiğinden dönmüştür.
Fizikçiler,
Kurân’ın “Şey’en İddâ” (Meryem: 89) diye tanımladığı ve kâinata bir an kısa
devre yaptıran o iddianın ürettiği kozmik sarsıntı izlerini, belki de bir gün keşfedeceklerdir?!
Ama
onlardan önce, biz dünyaya ve tarihe baktığımızda, yaşanan bir çok büyüklü küçüklü
badireye hangi kelebeğin kanat çırpışlarının sebep olduğunu merak ediyor
muyuz?! Bildiğimizi sandığımız fizik yasaların ardında, onları kuşatan
metafizik yasalardan ne kadar haberdarız?!
Şahsen,
Charlie Hebdo vak’asına bu zaviyeden bakıyorum.
İslamofobi
Bu
münasebetle, İslamofobik bir dünya tasarlayanların rol verdikleri “Müslüman”
(?) silahşorlar kadar, aynı yerden rol alan
antiteist kalemşorların nefret söylemlerini/çizimlerini de analiz
etmeliyiz.
Şunu
çok iyi biliyoruz ki, özellikle son 10 yıldır –sanal dünyanın ve sosyal
medyanın da çarpan etkisiyle- İslamî kutsallar, kalemşor adreslerin yoğun ve sistemli saldırısı
altında. Kalemin
kılıçtan keskin olduğunu bilenlerin tasarladığı türden bir provokasyon bu!
İslâm’ın
kutsallarının keskin kalemlerin hıncıyla sürekli tahkir, tezyif ve tâcize
uğraması karşısında, bazı Müslümanların sözüm ona cinnet geçirmesiyle gelişen
olaylara odaklanmanızı istemiyorum sizden…
Odaklanmamız
gereken, kirli kalemlerin İslam’ın kutsallarını mütemadiyen ve çirkef biçimde aşağılamalarının
(nefret söylemi) nelerin kelebeği
(kelebek etkisi) olacağıdır?
Medeniyetimiz
Öncelikle,
şunları hatırlamalıyız. Biz, “söz ola kese savaşı; söz ola kestire başı” diyen
ve buna bir de “dövene elsiz gerek; sövene dilsiz gerek” talîmini perçinleyen
bir medeniyetin hikmet mirasçılarıyız. Uzun süre reddi miras içinde
yetiştiğimizden, mirasyedi (!) olamadığımız doğrudur. Ancak, bu mirası
helalinden yiyerek hazmetmek zamanıdır ve lâzımdır.
Bu
hikmet okulunun başöğretmeni Efendimiz’den rivayete göre şunu da öğrenmişizdir.
“Öyle beyan (ifade, ifade kuvvesi) vardır ki sihirlidir!” (Buhari, Ebu Davud,
Tirmizi)
Böyle
olunca -tersinden bakarak- kelamın ve
kalemin tesirinden doğabilecek fitneler, bizim nazarımızda “ifade hürriyeti”
denilerek geçiştirilemez ve aklanamaz.
Çünkü,
kamu düzeni ve barışını korumak için fitne-fesata yol açacak aykırılıklara set
çeken Kurân’ımızın ortaya koyduğu kaide 1400 yaşındadır ve hepimizin malumudur.
“Allah’tan
başkasına tapınanlara sövmeyin ki onlar da bilgisiz bir düşmanlıkla Allah’a
sövmesinler…” (En’âm: 108) Bu kaide “lâ ikrâhe fi’d-dîn/dinde zorlama yoktur”
(Bakara: 256) düsturuyla bütünlük arz eder.
Fitne Fesat
Bu
çerçeveye rağmen, fesat odaklarının bile ıslahatçı diye takdim edildiği
(Bakara:11) bir dünyada yaşadığımızı bilmekteyiz ve “karada denizde zuhur eden
fesatın” (Rûm: 41) ardındaki kelebek etkisini merak etmekteyiz.
Bize
göre, son 10 yılda basın yayın ve internet yoluyla sergilenen İslam
karşıtlığının ve hatta düşmanlığının hedefinde Rasulullah vardır!
Peygamberimizin ruhaniyetini hedef alan ve taciz eden en galîz neşriyatın
dünyaya, hayata ve belki de semavata yansımalarının olabileceği hususu,
Kurân’da izini sürebileceğimiz sırlı bir inceliktir. Kanaatimce bu, o
kelebektir!
Alimden Zalim; Şairden Şerîr
Alimden Zalim; Şairden Şerîr
Ne
hikmettir ki Kurân’ımızda Enbiyâ (Peygamberler) Sûresi gibi Şuarâ (Şairler)
Sûresi vardır. Fakat bir Ağniya (Zenginler) veya Fukara (Fakirler) sûresi
yoktur. Savaşçılar sûresi de yoktur!
Temiz
siyaset gibi temiz medya ihtiyacının da herkesçe teslim edildiği çağımızdan 14
asır önce, Kurân’ın Şuara (221-227.
âyetler) sınıfını tahlil ve tenkit etmesi dikkat çekicidir. “Haber
vereyim mi size, kime iner şeytanlar?” sualiyle açılan yedi âyetlik bir
pasajdan bahsediyoruz.
Unutmayalım
lütfen, yüksekten uçan kartalların kanat uzunluğuyla değil; küçük ve masum
gördüğümüz bir kelebeğin kanatlarındaki yıkıcı etkiyle ilgileniyoruz.
Şeytanın Avukatları Var; Ya
Bizim
Nedendir
bilinmez; bir süreden beri bazı kalem ve kelam sahipleri yeteneklerini ve
kendilerine tahsis edilen mecraları Rasulullah’a karşı silah gibi
kullanmaktadırlar. Rasulullah’ın mânevî şahsiyetini - karalayarak ve
aşağılayarak - taciz etmeye yemin etmiş gibidirler…
İslam
dünyasının, bu çirkef ve kabul edilemez neşriyat karşısında, kurumlaşmış ve hukukî tepkiler ortaya
koymaktaki ihmali ve acziyeti ise daha acıdır. Kelebek bir de bunun için kanat
çırpmaktadır!
Oysa,
son 10 yılda yaşanan acı tecrübelerden sonra şimdiye kadar, İslam ülkelerinin
uluslararası bütün teşkilatlarında, üye ülkelerin iç hukuklarında yapacakları
düzenlemelerle Rasulullah’ın manevi şahsiyetini müdafaa etmeleri karara
bağlanmalıydı. Dünya coğrafyasının herhangi bir noktasında Rasulullah’a karşı
neşir yoluyla işlenen suçlar, gıyabî yargılamalarla hükme bağlanmalı; kalem
sahipleri gıyaben mahkum edilebilmeliydi. Haklarında yakalama kararı
çıkartılmalı ve uluslararası dolaşıma sokulmalıydı. (bkz. Evrensel Yargı
Yetkisi ve Mağdura Göre Şahsilik İlkesi)
Böylece,
Fahr-ı Kâinat’ın şeref ve haysiyetine saldırılar karşısında tepki vermek,
üç-beş çapulcunun adaletine (!) bırakılmamış olurdu.
Son Perde
2005’de
Danimarka’da ateşlenen karikaterör, 2015’de Fransa’da “şairlerini savaşçılara”
kurban vermiş gibidir. Şairlerini ve
nefret söylemlerini sahiplenenler, aslında sahipsiz savaşçıları (teröristler) İslâm’a
mâletmektedirler.
Senaryo
gereği, şairiyle savaşçısıyla herkes rolünün hakkını vererek ölmeliydi;
ölmüştür. Bu serinin diğer bölümlerine devreden, yalnızca İslamofobi olmalıydı;
olmuştur!